20 Mart 2019 Çarşamba

Voltron şiiri

VOLTRON

Adaletin ışıklı kılıcı ellerimizde,
Galaksinin umudu yüreğimizde,
Gelecek bizimle var,
Evrenin koruyucu gücü bileğimizde.

Adalet yerini bulacak,
İttifak Voltron'u oluşturacak,
Herkes bize katılacak,
Uzayın keşfi başlayacak.

Kolları, omuzları ve başı oluşturduk,
Adaletin kılıcını galaksiye vurduk,
Birleştik, tek yumruk olduk,
Haykırdık, Voltron, Voltron,Voltron!

Voltron geliyor,
Düşmanı yeniyor,
Zafer bize erişiyor,
Galaksiye umut veriyor.

Voltron'dan tüm evrene uzanan,
Bu adalet bizim.
Bir filo gibi hür ve bir ittifak gibi kardeşçesine,
Bu savaş bizim...

Adaletin kılıcı elimizde,
Galaksinin türküsü dilimizde,
Huzurluyuz evimizde,
Durmayacağız yerimizde.

Voltron vurunca,
Düşmanlar durunca,
Evrene zaferimiz dolunca,
Türkümüz destan oluyor.

Uzun bizim yolumuz,
Düşman sağımız solumuz,
Baş, vücut ve kolumuz,
Zafer istiyor muzaffer ordumuz.

Karanlığı aştık, geldik,
Barikatı yıktık, geldik,
Azalsak da bitmedik,
Yılmadık, zafer dedik.


VOLTRON,savaşa hazır her an; galakside, evrende, adalet için her yerde...

C.A.G.

5 Mart 2019 Salı

Çok tanrılı günlerde: Utnapiştim'den Gılgamış'a öğütler

... Bu uzun ve acıklı öyküyü dinleyen Utnapiştim dedi:
" Ey Gılgamış, niye abartıyorsun kederlerini?
Karşılaştırabilir misin kendini bir alıkla?
Tanrıların ve insanların teninden yaratıldın sen.
Tanrılar sana kendi yeteneklerini verdiler,
babanmış, ananmış gibi davrandılar sana.
Doğduğun gün sana bir taç ve taht armağan ettiler.
Geyik pisliği verdiler alıklara tereyağı yerine,
bayat ekmeğin kabuğunu verdiler
tanrıların besini olan ekmek yerine.
Görkemli giysiler yerine paçavralar giydirdiler onlara,
ip verdiler süslü kemer yerine, bellerine bağlasınlar diye.
Bilmez alıklar iyi ile kötüyü ayırt etmesini,
hepsi yoksundur akıldan, sağduyudan.
Düşün bunları ey Gılgamış,
düşün ki göresin, her yaptığın,
bir gün daha yaklaştırıyor seni
anındaki yazgının kaçınılmaz sonuna.
Ne geçti eline bunca çabadan sonra
üzüntü ve yorgunluktan başka?
Geceleri ay gökyüzünü aşar bir uçtan bir uca,
tanrılar izler bizi yukarılardan, hiç uyumadan,
çünkü uyumayı bilmez ve ölümsüzdür onlar.
Böyle kurulmuştur dünyanın düzeni,
en eski zamanlardan beri.
Bilgin Adalı, Gılgamış Destanı, s. 73-74.


4 Mart 2019 Pazartesi

Hasan Kaplan: Yürüyorum Dikenlerin Üstünde

Karanlık bir gece yol görünmüyor,
Yürüyorum dikenlerin üstünde,
Kara çalı bana aman vermiyor,
Yürüyorum dikenlerin üstünde.

Güneş erken doğup şafak sökmüyor,
Gökteki bulutu söküp atmıyor,
Ay karanlık, güneş ışık tutmuyor,
Yürüyorum dikenlerin üstünde.

Sonlanmadı menzil ile durağım,
Belki çok yakınım belki ırağım,
Yaralandı parça parça ayağım,
Yürüyorum dikenlerin üstünde.

Yavaş yavaş ilerlerken Kaplani,
Benim ile yola çıkanlar hani,
Geri dönsem taşa tutar el beni,
Yürüyorum dikenlerin üstünde...


Lis'in annesi ve Staretz

Karamazov Kardeşler romanında, tekerlekli sandalyede yaşayan genç kız Lis'in annesi ve rahip Staretz arasında geçen, 'ahiret ve ruhun ölümsüzlüğü' konularına değinen bir diyalog:

"...Bazen gözlerimi kapayıp, herkes inanıyor ama, bu iman nasıl doğdu, diye düşünüyorum.      Bazıları inancın güya korkunç birtakım tabiat gösterilerinin verdiği ürküntüden doğduğunu, aslında inanacak bir şey olmadığını iddia ediyor. Kendi kendime düşünüyorum: Ömrüm boyunca inanarak yaşadım, ya ölünce hiçbir şey bulamazsam? Bir yazarın dediği gibi, " Sadece mezarımda dulavrat otları biterse..." Korkunç değil mi! İmanımı nasıl yeniden kazanabilirim? Ben, ancak çocukken hiçbir şey düşünmeden, körü körüne inanırdım. Şimdi nasıl, neyle bir ispat bulabilirim? Ayaklarınıza kapanıp bunu yalvararak istemek için size geldim. Bu fırsatı kaçırırsam hayatımda bir daha kimse bana cevap veremez. Bir ispat, inandırıcı bir delil arıyorum. Ne kadar bedbaht olduğumu anlatamam. Bakıyorum kimsenin umurunda değil, hemen hemen kimsenin düşündüğü yok, yalnız ben dayanamıyorum. Büyük bir azap bu!
- Süphesiz çok büyük bir acı. Fakat ispatı imkânsız; tecrübe ile kanaat getirebilirsiniz.
- Nasıl, ne şekilde?
- Sevgiyle... Yakınlarınızı daima artan bir gayretle sevmeyi deneyin. İçinizdeki sevgi çoğaldıkça Tanrı'nın varlığına da, ruhun ölmezliğine de kanaat getirmeye başlarsınız. İnsanları sevmekte tam bir fedakârlığa varabilirseniz ve kesinlikle inanırsanız, ruhunuz artık hiçbir şüpheyle kararmaz. Bu denenmiştir, tereddütsüz böyledir..."







3 Mart 2019 Pazar

Fedor Pavloviç: Cehennem Üzerine


Karamazov Kardeşler'de, Fedor Pavloviç, oğlu Alyoşa da yanındayken "cehennem" üzerine şunları söyler: "...Öldüğüm zaman şeytanların beni çengellere takıp götürmeyi unutacaklarına hiç ihtimal vermiyorum. Sonra da 'Ne çengeli, nereden alacaklar bu çengelleri' diye düşünüyorum.'Biçimleri nasıl, demirden mi yapılmış? Nerede dövmüşler? Fabrikaları mı var?' Manastırdaki rahipler belki cehennemin bir tavanı olduğuna inanıyor. Ben cehennemin varlığına inanabilirim ama tavansız olanına; böylesi daha ince, daha medenî, daha Lütervarî oluyor... Aslında hepsi bir değil mi. Ha tavanlı, ha tavansız. Ama o melun mesele de bundan çıkıyor. Tavan yoksa çengel de yok demektir. Çengel olmayınca geriye ne kalıyor. Buna da ihtimal verilemez. Öyleyse beni kim çengelleyip götürecek? Bunu yapmazlarsa dünyada hak, adalet mi kalır? İcat etmek lazım bu çengelleri, sırf benim için; çünkü ne rezilim ben Alyoşa, bir bilsen! Alyoşa, babasına sakin, ciddi bir şekilde baktı.

- Orada çengel, mengel yok.

- Öyle öyle, sadece çengel gölgeleri varmış. Biliyorum. Bir Fransız'ın cehennemden bahsedişini okumuştum: 'J'ai vu l'ombre d'un cocher qui avec l'ombr'une brosse frottait l'ombre d'une carosse.' ('Bir arabacı gölgesi gördüm. Bu gölge bir fırça gölgesiyle bir araba gölgesini fırçalıyordu.') Çengel olmadığını neden biliyorsun canım? Hele rahiplerle kalırsan daha kim bilir neler duyacağız! Ama gene de git, her şeyin aslını esasını öğren, gel bize haber ver. Ne de olsa öbür dünyanın nasıl bir yer olduğunu bildikten sonra göçmek daha kolay olur..."

Susmak